29 Ocak 2011

- Adam kendisini ilk günlerdeki gibi sevmeyi sürdürsün diye pek çok isteginden vazgeçmişti. Oysa gerçek sevginin zamanla degişip geliştigini, yeni ifade yolları keşfettigini bilmiyor muydu?

27 Ocak 2011

Sen kokusu.


-Sevgili Lewis Carroll
ölmemiş olsaydın seninle bütün gün boynuzlu atlar hakkında konuşup Laudanum'un amına koyardık. hatta belki evlenirdik falan. gülürdük ne biçim

dün senin dogum gününün hatrına Grace Slick dinledik. kalp

26 Ocak 2011

- Friday nıght saturday morning.
- Ah.
Sen kendinle ugraşa ugraşa
baş başa kaldın kendinle..
farkında mısın bilmem?

beni kaybettin, onları kaybettin
şimdi kendi sikik bedeninle başbaşasın
mutlu kalabilecek misin bilmem

başım dönüyor bak..
senin için degil
senin bencilligin için belki
benim için dönüyor dünya
şimdi başbaşasın sen
o lanet sikik bedeninle
haaydi mutlu ol da göreyim

görmek istiyorum tek başına mutlu olma çabanı
o dandik çabanı, ikinci el sevişlerini
taktir edecegim
haydi mutlu olda göreyim şimdi seni.
hah
hadi.

22 Ocak 2011

-Bugün caddebostan sahili, akşam güneşi ile güzelce agzımıza sıçtı.
- Mutsuzlugu; büyük bir mutlulukla karşıladım, azalarak bitti.
Sana giden yollar uzun, ben üşengeç.
uzun yol severdim ben gerçi
biraz zaman önce
bir şeyler olmasaydı belki.

sana çıkan yollar sonsuz, ben çıkmazlarda.
sonsuzluk hastasıydım ben gerçi
üç beş gün önce
bir yerlerde tıkanmasaydım belki.

sen küçük adam, büyütüyorum gözümde bak
kocaman oldun
gözlerime bir bak

12 Ocak 2011

- Hegel ölmeseydi, ne biçim sevişirdik.
- Her şey olabilirdi, fırsat verilseydi.
elleri ışıkları kapatmasaydı, anlık bir şeyler donmasaydı, sözler agzıma dolanmasaydı, agzımı açıp bakmasaydı, gördüklerine şaşmasaydı, elleri beni sarsmasaydı, bu denli üzücü olmazdı.
ihtimallere kalmasaydı, sever gibi yapmasaydı, pişmanlıklar böylesi dokunmazdı. o beyaz yapışkan sıvı böylesi yapışmazdı üzerimize.

bu şarkılar hep başımı agrıtırdı zati.

-Rosemary / üç kişilik bira sabahı

8 Ocak 2011

sarhoşlu şiir.

-Küçük dili küçümsemeyi geçtik
şiir gibi düzüşmeyi de geçtik
izmir'de kaçan çorapların peşindeyiz.

6 Ocak 2011

Bazı bazı

http://dilarasercee.tumblr.com/
'Zarf kadar içli
bir mektup yaz bana.'

demişti o gün, önemsememiştim. hava karanlık ve donuk bir maviydi. merdivenlerin başına oturduk, apartmanın küf kokulu duvarları daha da yeşildi artık. adam eskisi kadar sinirli degildi, kadın eskisi kadar kırılgan degildi belki. ben onun kadını degildim, o benim adamım degildi belki. eskisi kadar düşünmüyordum ihtimalleri. yazmam gereken mektubun yükü vardı üstümde sanki. bunca sakinlik ikimizi de şaşırtmıştı, korkutucuydu bu sakin tavırlarım. gündelik olaylar hakkında konuşurken en ufak bir detayla yarası kanamaya başlardı, görürdük bunu ikimiz de. ve ben onun yaralarına dokunan tuzlu suydum, denizlerden mavilerden korkar olmuştu inceden.
her gece sadece organları sevişiyordu, bedenleri çok ayrı dünyalardayken. her gece gözlerini sımsıkı yumardı adam, ne kadar sıkarsa yarası o kadar çok kapanıcaktı belki. her gece gözlerini hiç kırpmadan uyurdu kadın, içindeki deniz gözlerinden akarsa kurtulurdu belki bu mavilikten. fazla dramatikti bu oda, fazla iç karartıcıydı bu düzen. köpükleri bitip telvesi kalmıştı ellerinde, yine de içlerde bir yerlerde kalp denen olgu oldugu sürece atacaktı bir şeyler şuursuzca. yine de sevecekti o adamı yada bir başka adamı..ne fark ederdi.
masaya oturdum, dalgasız bir deniz kadar sakindim, beyaz sayfalara döktüm renklerimi, akıttım bölükpörçük. sen yorganın altında başka bedenlerdeydin o sırada duymadın ne kadar gürültülü aktıgımı.
mektup bitti, zarfa giremedi, içinde geçenler fazla agır geldi.